Kitap Tanıtımı: Cyrano de Bergerac

Felsefeyi severdi, fizikten de anlardı,
Şairdi, musikide hayli payı vardı.
Laf altında kalmazdı, yaman bir silahşordü;
Başkası hesabına bazen âşık olurdu.
Rahmetlinin Cyrano de Bergerac idi adı;
Her şey olayım derken hiçbir şey olamadı!



Edmond Rostand'ın tarihi bir şahsiyetin hayatından esinlenerek yazdığı baş yapıtı: Cyrano de Bergerac. Şair, filozof, musikişinas, fizik bilir, silahşor Hercule Savinien Cyrano de Bergerac; Fransız ordusunda bir cadet'dir, bahsi geçen tüm meziyetlerine karşın biraz büyükçe burnu, âşık olduğu kuzini Roxane'a hissiyatını açığa vurmasından onu alıkoymaktadır. Bu ihtirazı en büyük korkusunun gerçekleşmesine neden olur: Roxane bir başkasına âşıktır. Üstüne üstlük kendisinden bu konuda yardım talep etmektedir. Âşık olduğu delikanlı yakışıklı, çevik bir cadet Christian de Neuvillette, Cyrano'da olmayan yüz güzelliğine sahip olmakla beraber, Cyrano'da olan şairlik ve edebî birikimden mahrumdur. Cyrano, Christian'a yardımcı olmayı kabul eder: Hislerine tercüman olacak, onun adına mektuplar yazarak Roxane'ın gönlünü Christian'a çalacaktır.

İlk temsilde Cyrano de Bergerac rolünü oynayan Benoît-Constant Coquelin

Eserin ilk kez oynandığı 28 Aralık 1897 tarihinde izleyenler büyük bir teveccüh göstermiş, perdeler kapandıktan bir saat sonra dahi alkışlar dinmemişti. Yapıtın muvaffakiyetinde Rostand en büyük paya sahipti kuşkusuz, ancak zamanlamanın da bir miktar vesile olduğunu yapıtı dilimize kazandıran Sabri Esat Sivayuşgil'in kaleminden okuyalım:

Cyrano'ya karşı yapılan en kuvvetli tenkitlerden biri, bunun sadece romantik bir "pelerin ve kılıç" hikâyesi olmasıdır. Diyorlardı ki Rostand'ın modeli, Hugo ve Dumas Père'dir ve Rostand realist dramlar, psikolojik tahlil piyesleri, feminist, sosyalist vs. davaları, zina vakaları ve İskandinavya hikâyelerinden bıkıp usanan tiyatro seyircisine eski romantik havayı teneffüs ettirerek, onu düşünmek ve azap duymak gailesinden kurtarmıştır.
(...)Fakat yine de bir eşref saati veya bir tılsım vardı muhakkak. Eşref saati Rostand'ın XIX. yüzyıl sonunda, Fransız tiyatrosunun şairden mahrum kaldığı bir anda zuhur etmesiydi. Tılsım ise Rostand'ın hâlâ kahramanlık gibi, aşk gibi, merhamet gibi eski, modası geçmiş, fakat edebî hislere inanmasından ibaretti. Şayet Rostand devrin bir zaafını istismar ettiyse bu, halkın ruhunda uyuyan, fakat bir türlü itiraf edilemeyen romantik iştiyakı, insanlığın güzele, iyiye ve doğruya olan ezelî meclubiyeti oldu.

Cyrano; kalıplara, dalkavukluğa başkaldırının simgesidir, bunun da ötesinde fikrî hürriyetin timsalidir. Mevcut şartlara, muhtemel hasımlara ve kuvvetle muhtemel muhalefete karşın sivri dilini kimseden sakınmamış, gururla açığa vurmuştur. Aynı zamanda romantiktir, sevdiğinin bir başkasında gönlünün olduğunu bizzat sevdiğinden öğrendiği ve kendisinden yardım istediği vakit, benliğini ve hissiyatını bir kenara koyarak onun saadetini önemsemiş, vuslatlarına ön ayak olmuştur.

Ancak tek bir noksanı vardır ki; sevdiceğine ilanıaşktan onu alıkoymuştur: Burnu.

De Guiche: Haddini bildirecek kimse yok mu?
Vikont de Valvert: Ne demek! Durun şimdi. Sizin... siz burnunuz... kocaman!..
Cyrano: (pür ciddiyet) Evet kocaman.
Vikont de Valvert: (gülerek) Hah!
Cyrano: O kadar mı?
Vikont de Valvert: Ama...
Cyrano: Yoo, bu kadarı az delikanlı!
Hâlbuki neler, neler
söylenecek! Asıl iş edada. Mesela bak,
Hoyratça: "Burnum böyle olsaydı mösyö, mutlak
dibinden kestirirdim!" Dostça: "Yana yatmaz mı?
Senden önce davranıp kadehine batmaz mı?"
Tarifle: "Burun değil bir kere, coğrafyada
böylesine dağ denir, dağ değil, yarımada!"
Mütecessis: "Acaba neye yarar bu alet?
Makas kutusu mudur, divit mi, izah et!"
Zarifane: "Kuşları sevdiğiniz besbelli!
Yorulmasın diye yavrucaklar, temelli
bir tünek kurmuşsunuz." (...)

Bir nevi kompleks hâline getirdiği burnu; onu hoyratlığa, umutsuzluğa sevk etmiştir. Nüktedanlığı, edebî müktesebatı, zarif gönlü ve fevkalade şairliği dahi ona gerekli öz güveni temin edemez; edindiği bütün müspet nitelikleri, değiştiremeyeceği dış görünüşü karşısında bir kalemde silinmiştir. Ders çıkarılması gereken noktalardan biri buradadır. Olumsuz özelliklere, hele de hilkaten mevcut olanlara takılı kalmak beyhudedir, esas olan bu niteliklere rağmen kendine ve sahip olduğun birikime güvenmek, ondan cesaret almaktır. Kuşkusuz meşakkatli mütemadiyen göze batan, gurur kıran, müteessif kılan noktaları göz ardı etmek; mamafih işte o vakit aşılamadığı takdirde kaçırılacak kazanımları, fırsatları göz önünde tutmak gerek.

Allah'ıma buradan lekesiz, buruşuksuz onu götürüyorum! Evet, ne yapsanız da... Bu benim... Gururum!  

Şapka çıkarılası bir şahsiyet Cyrano de Bergerac. İlk sahnelendiği vakit seyircide uyandırdığı incizabı tecessümde hiç zorluk çekmiyorum. Fiiliyatının ulviyeti, onurlu duruşu; kendisini ve eseri gönlümde ayrı bir yere koyuyor. Bu büyük yapıtı dilimize kazandıran, bunu en iyi şekilde yaptığına tüm kalbimle inandığım Sabri Esat Sivayuşgil'i rahmetle anıyorum; eseri, tiratları methederken ondan bahsetmemek çok büyük bir hata olur. İlaveten yapıtın film uyarlamasından da bahis açmak gerek. Başrolde Gérard Depardieu'nün oynadığı 1990 yapımı filmi izlemenizi tavsiye ederim, ancak iki hususu bildirmem gerek: Birincisi, öncelikle kitabı okumanızı şiddetle salık veriyorum. İkincisi ise, filmi Rüştü Asyalı'nın seslendirdiği Türkçe dublaj ile izlemeniz filmden alacağınız zevki artıracaktır. Dublaja derin bir karşıtlığım mevcut, her fırsatta alt yazıyı tercih ediyorum, lakin Cyrano de Bergerac bir istisna teşkil ediyor. Bunda hem Rüştü Asyalı'nın, hem de Sabri Esat Sivayuşgil'in payı mevcut.

İlham alınacak, dersler çıkarılacak, mevcudiyeti edebî hazla dolduracak pek çok kısım var. Ne kadar da doğru bir tabir: Büyük bir yapıt. Ne mutlu Cyrano gibi düşündüğünü, bildiğini, inandığını çekinmeden ifade eden, sevdiklerini kendinden çok önemseyen, dik duruşlu, kişilik sahibi insanlara. Şu güzel tiratla sonlandırmalı bu yazıyı değerli okuyucu, sadece gözle değil, gönülle okumalı!

Ya ne yapmak lazımmış?
Sağlam bir dayı bulup çatmak sırnaşık gibi,
Bir ağaç gövdesini, tıpkı sarmaşık gibi,
Yerden etekleyerek velinimet sanmak mı?
Kudretle davranmayıp hileyle tırmanmak mı?
İstemem eksik olsun! Herkes gibi, koşarak,
Yabanın zenginine methiyeler mi yazmak?
Yoksa nazırın yüzü gülecek diye bir an
karşısında takla mı atmak lazım her zaman?
İstemem eksik olsun! Ricaya mı gitmeli?
Kapı kapı dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Yoksa nasır mı tutsun sürünmekten dizlerim?
Yahut eğilmekten mi ağrısın ötem berim?
İstemem eksik olsun! Tazıya tut, tavşana
kaç mı demeli? Belki kaz gelir diye bana
tavuk mu göndermeli? Yoksa bir fino gibi
susta durmak mıdır ki, acep en münasibi?
İstemem eksik olsun! Bir kibar salonunda
kucak kucak dolaşıp boy atmak ve sonunda,
Marifet şiire koyup kameri, yıldızları,
Aşka getirmek midir, evde kalmış kızları?
İstemem eksik olsun! Yahut şan olsun diye,
Meşhur bir kitapçıya giderek, veresiye
şiir mecmuası mı bastırmak? İstemem
eksik olsun! Acaba bulup bir alay sersem,
Meyhane köşesinde dâhi olmak mı hüner?
İstemem eksik olsun! Bir tek şiirle yer yer
dolaşıp da herkesten alkış mı dilenmek?
İstemem eksik olsun! Yoksa bir sürü keli
sırma saçlı diyerek göğe mi çıkarmalı?
Yoksa ödüm mü kopsun bir Allahın aptalı
gazeteye bir tenkit yazacak diye her gün?
Yahut sayıklamak mı lazım: “Adım görünsün
aman!” diye şu meşhur Mercure ceridesinde?
İstemem eksik olsun! Ve tâ son nefesinde
bile çekinmek, korkmak, benzi sararmak, bitmek,
Şiir yazacak yerde ziyaretlere gitmek,
Karşısında zoraki sırıtmak her abusun.
Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun!
Fakat, şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya,
Yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya,
Gören gözü, çınlayan sesi olmak ve canı
isteyince şapkayı ters giymek, karışanı
olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya
kalemine sarılmak ve ancak duya duya
yazmak, sonra da gayet tevazu ile kendine:
"Çocuğum!" demek, bütün bunları hoş gör yine,
Hoş gör bu çiçekleri, hatta bu kuru dalı,
Bunlar yabanın değil, kendi bahçenin malı!
Varsın, küçücük olsun fütuhatın, fakat bil,
Onu fetheden sensin, yoksa başkası değil.
Ara hakkını hatta kendi nefsinden bile.
Velhasıl bir tufeyli sarmaşık zilletiyle
tırmanma! Varsın boyun olmasın söğüt kadar,
Bulutlara çıkmazsa yaprakların ne zarar?
Kavaklar sıra sıra dikilse de karşına,
Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!

Yorumlar

İlginizi çekebilecek diğer yazılar

Kitap Tanıtımı: Totsukuni no Shoujo

İnceleme: Görsel Romanlar